Çoğusu hiçbir şey dememişti bunu çok gizemle karşılamıştı Ulf. Ta ki en güvendiği dostlarından birisinin Ulf'a gelip babasının eskiden annesinin öldürüldüğü kişilerin soyundan kalan kişiler tarafından öldürülmesini öğrendikten sonra. Babasının o yakın arkadaşına bu ailesini geçmiş ve günümüzde canını alanların yerlerini sordu. Zar zor da olsa ağzından cevap aldıktan sonra üstüne başına siyah kumaşlı bir şeyler aldı. Bir evi kiraladıktan sonra uzun bir süre boyunca, yaklaşık bir yıl, ailesine kin besleyenleri avlamaya başladı. Her birini peşi sıra ardından giderek. Bu günlerdeki yaklaşan gecenin karanlığında yalnızca tek bir varlık hareket ediyordu, Ulf'ün belli belirsiz siyah pelerini... Tek duyulan ve gecenin yalnızlığını kesen ses ise sadece bir tabancaya aitti. Ertesi günlerde güneş meydana çıktığında Vidarr ailesine kin besleyenlerin cesetleri evlerinden çıkartılıyordu. Ulf bir yılın ardından işini hallettikten sonra tekrardan soğuk bir kişiliğe bürünmüş başkente geri dönmeye başlamıştı. Geri döndüğünde gemi aracılığıyla Norveç'in yolunu tuttu. 25 Yaşındayken arkasında bıraktıklarına aldırış etmeden Norveç'e geldi. 6 Yaşından beri hiçbir doğum gününü kutlamıyordu. O günden sonra doğum günü ölüm gününden farksızdı sonuçta... Norveç, Bergen'e vardığında İzlanda ile benzerlikleri bulunduğunu fark etti fakat yine de bir ada olmadığı için hissiyat bile farklıydı. Vardığı gün ormanlık alana yakın bir yerden ev kiraladı. Bir süre hafif işlerde harçlık çıkartarak tatil kafasında bir hayat sürdü. Çok düşündü, çok taşındı. Bunca yıldır hiç kendisi için bir şey yapmamış, yaşamamıştı. Aşk bile kapısını hiç çalmamıştı daha doğrusu çalamamıştı. Bunca şeyi düşünürken bir şeyler yapması gerektiğini düşünerek kafasını dağıtmak için orman koruyuculuğu ile alakalı silahlı bir işe girdi. Evinin yakınlarındaki bir ormanı vardiyalı bir şekilde birkaç personel ile birlikte koruyordu. Hem ormanı hem vahşi yaşamı hem de insanların etkileşimi ile alakalı bir işti. Bu işi yaparken bir yandan kendini bazı konularda geliştirmeye devam ediyordu. Ormanın derinliklerinin ilginç bir albenisi vardı. Uzunca ağaçlar ve ay ışığının vurduğu bir gökyüzü... Genel olarak ormanda Ulf gezerken adeta bir kurt gizliliğinde dolaşıyor minimum gürültü yaparak gölgelerin arasından dolanıyordu. Günlerden bir gün Ulf ormanın derinliklerine doğru ilerlediği esnada ay ışığının vurduğu bir açıklıkta siyah saçlı, beyaz tenli bir kadının nazik bir ifade ile kütük üzerinde oturarak ayağının dibindeki tavşanı bir yandan severken diğer yandan etrafındaki mum ışıklarının yüzüne vurmasıyla Ulf kadına bakarak kalakaldı. O an hiç hissetmediği bazı hisleri içinde hissederken ayağının altındaki dal parçasını yanlışlıkla kırması sonucu tavşan kaçtı ve kadının tüm dikkati kaşları çatılı bir şekilde Ulf'a kaydı. Kadın usulca ayağa kalktığında ayaklarında ayakkabının olmadığını fark etti. Üşümüş olmalıydı hem de oldukça üşümüş... Ulf ay ışığının altında parlayan gözleriyle kadına yaklaştı ve ona burada ne yaptığını sordu. Kadın ürkek bir ifade ile Ulf'a bakınıp tek eliyle kolunu kaşıyarak, kaybolduğunu söyledi. Kayıp mı olmuştu? Daha iyi bir yalanı olsa iyi olurdu. Ulf üzerindeki ceketi çıkarıp kadının üzerine örttü ve adını nazik bir tonda sordu. Kadın adının Lilith Tora olduğunu söyledi. Kadının isminin anlamının da dişi kurt benzeri bir şey olması ilgisinin istem dışı ekstra olarak kaymasına neden olmuştu, sonuçta kendisi de adıyla bir kurtu ifade ediyordu. Çekimser bir şekilde Ulf'un yanında eline aldığı büyük çantasıyla birlikte ormanın çıkışına doğru yürüyen Lilith bir yandan peşinde bulunan beladan çekiniyor. Diğer yandan ise yanındaki adama güvenmek istiyordu. Süre gelen yürüyüşün ardından ikilimiz ormanın sığ bölgesini aşarak Ulf'un evine doğru yaklaştılar. Kapıya geldiklerinde Ulf ceketini Lilith'in omuzlarından alarak katlı bir şekilde kendi omzuna attı. Kapıyı açıp Lilith'i içeriye soktuktan sonra bir süre kapının dışını ve etrafı inceledi ardından içeri girerek kapıyı kilitledi. Birkaç merdiven yukarı çıkıp evin içerisine tam anlamıyla girmişlerdi. Omzundaki ceketi kanepeye attıktan sonra şöminenin içerisine birkaç odun atarak köz olan ateşi harladı. Yanan ateş Lilith'in parıldayan gözlerine ayrı bir renk katıyordu. Üşümesinin etkisiyle olacak ki ateşin hemen dibine çöküverdi ve çantasını da yanına koydu. Ulf bir süre sessizliğini korudu ve mutfağa doğru geçip, kahve yapmaya başladı. Arada bir içeriye bakınıyor kişiyi kontrol ediyordu. Uzaktan bakılınca bile yeterince üşüdüğü ve muhtaç bir halde olduğu gözüküyordu. En azından o öyle düşünüyordu. Kahveleri hazırladıktan sonra Lilith'in yanına gelerek kahvenin birini ona doğru uzattı ve kanepeye kendini bıraktı, sessiz bir biçimde. Bakışlarındaki merak duygusu belli olabiliyordu, bir yudum alıp kahve bardağını önündeki sehpaya bırakıp, Lilith kahvesinden yudum almaya fırsat bulamadan ona ormanda olmasının gerçek sebebini sordu. Lilith şaşırmış fakat pek fark ettirmemişti. Başka bir çaresi olmadığından mı yada Ulf'a anlık olarak güven duyduğundan mıdır bilinmez. Ona paganizm ile ilgilendiğini ve bu yüzden insanların onu kötü bir cadı gibi benimsemesinden bahsederek adeta dalga geçer bir şekilde anlatmaya başladı. Ulf dikkatli bir şekilde kişiyi dinliyordu, anlattıkları Ulf'a normal geliyordu. Kendi annesi de zamanında botanik ile ilgileniyor ve mitolojiye değer veriyordu. Aynı Ulf'un değer verdiği gibi...